Pandeminin, bütün anlamıyla işlerin durumunu değiştirdiği kesin. Sosyal alışkanlıklarımızdan çalışma biçimimize, önceliklerimizden sağlık anlayışıma her şeyimizi etkiledi. Haliyle; iyi oluş kavramı çok daha ehemmiyetli bir hal aldı. Peki, iyi oluşu desteklemek işleri boşlamak anlamına mı gelmeli? Tükenmişliğin çağımızın en ciddi meselelerinden biri olduğu su götürmez bir hakikat; ilişkilerimizde, iş yaşantımızda, özel hayatımızda, günlük rutinlerimizde bir hayli alanda kendimizi tükenmiş sezebiliyoruz. Ancak, meseleleri çözmek için hiçbir şey yapmadan suskunca bir kenarda zamanın geçmesini beklemek ne bize ne işlerimize ne de çevremizdeki insanlara fayda sağlar. Bu sebeple suskun terk, tükenmişliğin devası olarak kabul görmeyebilir, hele ki o tükenmişliğin mesulü iş değilse…
Burada tükenmişliğin kaynağına inmek ehemmiyetli. Mesele gerçekten iş mi yoksa çağın getirdiği her şey mi? Ekonomik krizler, savaşlar, hastalıklar, kısıtlamalar, iyi oluşu tehdit eden her şeyin acısı acaba işten mi çıkıyor? Hakikat mesul iş mi, patron mu, yoksa bugün içinde yaşadığımız dünya mı? Bu sebeple farkındalıkla ve acelelikle çalışmak koşul; özellikle parasal kasvetlerin dünya genelinde yoğunlaştığı ve işsizliğin giderek çoğaldığı şu yarıyılda…
“Sabit bir işin olsun, programlı kazancın olsun, sigortan yatsın, biraz aşın, sızısız başın…” bu sözler sizce yeni kuşağın üzerinde ne kadar tesirli? Geçmişte özellikle genç çalışanlar kariyerlerinde ilerlemek için var gücüyle işlerine tüm enerjilerini yatırırken bugün ne oldu da bırakmaya, usulca bir kenara çekilmeye karar verdiler? Suskun istifa, yeni nesil bir iş vazgeçme olabilir mi ya da Z neslinin çağdaş grev anlayışı? Yoksa her şeyin temelinde ‘o kadar paraya bu kadar iş’ mi uyuyor? Patrona değil de ülkeye, dünyaya başkaldırı, evrensel bir haykırış mı? Tatmin etmeyen iş mi para mı ülke mi yoksa dünya mı? Yanıt hepsi olabilir, ancak devası gerçekten suskun istifa mı tartışılır…
Günümüzde bir hayli insan iş yaşantısını özel hayatından ayderede güçlük sürüklediği için işindeki motivasyonunu kaybederek kendisini bitkin sezebiliyor. Bu mevzuda çalışanlara hak vermek yerinde olsa da iş etiği açısından ele alındığında ‘quiet quitting’in doğru bir yaklaşım olmadığı düşünülebilir. Birinin işini hakikat anlamda yerine getirmemesi iş etiğine sığmayacağı gibi dükkanının çıkarlarını ve çalışma dostlarını da güçe sokabilir.